3 Şubat 2017 Cuma

Tağut nedir? Tağuta örnekler

TAĞUT

Tağut; Arapça bir kelime olup "tağa" (haddini aştı) kökünden türemiştir ve "haddini aşan mahlûk" demektir.

Tağut: Kulu, Allah-u Teâlâ'ya ibadetten, dinde ihlâslı olmaktan, Allah-u Teâlâ'ya ve rasûlüne itaat etmekten engelleyen ve uzak-laştıran her şeydir. Bu, cinden ve insandan bir şeytan olabileceği gibi, ağaçlar, taşlar ve başka şeyler (nefis, hayvan, para, kadın, mezar) de olabilir.

Hiç şüphe yok ki İslam’ı ve onun kanunlarını bir kenara koyarak yabancı asıllı kanunlarla hükmetmek,  kanlar, mallar, namus konusunda insanlara beşer aklının ürünü olan, hadlerin uygulanması konusunda Allah-u Teâlâ'nın şeriatını iptal eden, ribayı, zinayı ve içkiyi serbest bırakan kanunlar da bu kelime-nin içine girer.

Aynı şekilde bu kanunları resmileştirmek, onların saygınlığını ve boşluklarını koruma altına almak da böyledir. Bu kanunların kendileri tağuttur, onları yazanlar (çıkaranlar) ve onları yaygınlaştıranlar da tağuttur ya da tağutun askeridir. Beşer aklının ortaya koyduğu, kendisiyle Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem 'in gönderilmiş olduğu haktan uzaklaşılan her kitap, ister kasıtlı olarak, isterse de kasıt olmaksızın ortaya konulmuş olsun tağuttur.

Her kavmin tağutu, Allah-u Teâlâ ve rasûlunden başka kendisine muhakeme olunan veya Allah-u Teâlâ'dan başka kendisine ibadet edilen veya Allah-u Teâlâ'dan başka kendisine delilsiz bir şekilde tabi olunan ya da Allah-u Teâlâ'ya itaatten dolayı değil de zatı için itaat edilendir.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

"Allah hüküm koymada kendisine ortak kabul etmez."  (Kehf: 26)

 “Muhakkak ki hüküm vermek, yalnız Allah’a aittir. Kendisinden başkasına değil, yalnız O’na ibadet etmenizi emretti. Dosdoğru din işte budur! Fakat insanların çoğu (hüküm verme yetkisinin yalnız Allah’a ait olduğunu) bilmez.”  (Yusuf:40)

Tağutları nasıl inkâr etmemiz gerektiğine gelince....

İşte bu; Allah-u Teâlâ'dan başkasına ibadetin geçersizliğine inanmamızla, ibadetleri onlara yapmamamız, onları ve onlara tapanları tekfir etmemiz yani; onların kâfir olduğuna inanmamız ve buna göre onlara muamele etmemiz ve de onları tekfir etmeyenleri de aynı şekilde tekfir etmemizle gerçekleşir.





TAĞUTA ÖRNEKLER

Şimdi tağutları daha iyi anlayabilmemiz için zamanımızdaki toplumlardan çok açık örnekler vererek meseleyi açıklayalım:

Allah-u Teâlâ yüce kitabında şöyle buyuruyor:

"Hırsızlık yapan erkek ve kadının, Allah’tan bir ceza olmak üzere yaptıklarına karşılık ellerini kesin. Allah, Aziz (her şeyi buyruğuna baş eğdiren) ve Hakim (her hükmü hikmetli olan)'dır." (Maide: 38)

Allah-u Teâlâ bu ayette bize, kendisinde karışıklık ve kapalılık olmayacak bir açıklıkla şöyle emrediyor:

Kadın ve erkek her kim hırsızlık yaparsa bu fiilinin karşılığı bir ceza olmak üzere elini kesmek gerekir. İşte bu, gökler ve yer var olduğu müddetçe kıyamet gününe kadar erkek ve kadın hırsız hakkında Allah-u Teâlâ'nın kalıcı olan bir emridir.

Bu apaçık emirden sonra bir kimse, sıfatı ve konumu ne olursa olsun gelir ve el kesmeyi engellemek için hırsız kimseye bir başka hüküm ilan eder ve:

"Şüphesiz ki hırsızlık yapanın hapse atılması gerekir, çünkü el kesme bu asrımızda uygun değildir" veya hırsızın elinin kesilmesine hükmedilmesinin caydırıcı olmadığını ve caydırıcı doğru hükmün hırsızı öldürmek olduğunu iddia eder veya Allah-u Teâlâ'nın kitabındaki hükme ters bir hükümle hükmederse velev ki o kimse açık bir şekilde "Allah-u Teâlâ'nın hükmü doğru değil" demese veya Allah-u Teâlâ'nın hükmünü kabul ettiğini söylese bile, bu meseledeki hükmü ister hafifleştirsin, isterse ağırlaştırsın durum yine aynıdır.

Şüphesiz ki bu kimse kendisini Allah-u Teâlâ'nın yerine koymuş, kendisine kâinatın yaratıcısının sıfatını -ki o; insanlar arasında ve insanlar için hüküm  verme hakkıdır- vermiş, böylece kendisini Allah-u Teâlâ'dan başka bir ilah ilan etmiş olur. Velev ki böyle bir iddiada bulunmasa veya:
"Şüphesiz ki ben Allah’tan başka bir ilahım" ya da:
"Bana ibadet edin, ben ilahım" demese bile...
İşte bu şahıs, bir olan ve ortağı bulunmayan Allah-u Teâlâ'nın hakkını kendisine vermiş, böylece haddini aşmış ve tağut olmuştur.

Böyle kimselere her kim itaat eder, onları tekfir etmez veya onları tekfir etmeyenleri tekfir etmezse işte o kimse, oruç tutsa, namaz kılsa, haccetse ve Müslüman olduğunu ileri sürse bile kâfir olmuş ve imanını bozmuştur.

Bu kimselerin kâfir olmalarının sebebi; Allah-u Teâlâ'nın reddedilmesini emrettiği ve her şekli, rengi ve çeşidiyle inkâr edilmesini haber verdiği tağutu reddetmemeleridir. Oysa bu, imana girmeden önce İslam’a girilmesi için gerekli bir şarttır ve bu gerçekleştirilmeksizin iman, İslam ve amel hiçbir fayda sağlamaz.

İşte şu örnek de tağutun manasını açıklamaktadır:

Allah-u Teâlâ kitabında şöyle buyuruyor:

“…Oysa Allah, alışverişi helal, ribayı (faizi) haram kılmıştır.  (Bakara: 275)

Allah-u Teâlâ bu ayette her çeşidiyle faizi kesin bir şekilde haram kılıyor. Bu ayet ve hükümden sonra bir devlet başkanı gelir faizle çalışan bankalara izin veren kanun koyarsa, bu yönetici apaçık bir şekilde faiz haram değil diye bir iddiada bulunmasa bile, muhakkak ki o, ameliyle Allah-u Teâlâ'nın emrine muhalefet etmiş yani Allah-u Teâlâ'nın haram kıldığını helal kılmıştır. Böylece kendisine sadece âlemlerin Rabbinin, onların yaratıcısının sahip olduğu bir hakkı ki o; insanlar arasında ve insanlar için hüküm koyma hakkıdır- vermiştir.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

 “Muhakkak ki hüküm vermek, yalnız Allah’a aittir. Kendisinden başkasına değil, yalnız O’na ibadet etmenizi emretti. Dosdoğru din işte budur! Fakat insanların çoğu (hüküm verme yetkisinin yalnız Allah’a ait olduğunu) bilmez.”  (Yusuf: 40)

İşte bu yönetici Firavn’un dediği gibi açık bir şekilde: "Ben Allah’tan başka bir ilahım" demese bile bu ameliyle haddini aşmış ve ilahlık iddia etmiştir. Böylece tağut olmuştur. Onu inkâr etmek, onu tekfir etmek ve onu tekfir etmeyenleri tekfir etmek, onunla güç dahilinde savaşmak gereklidir.

Zira Allah-u Teâlâ'nın haramını helal kılma konusunda kanun yapan, Allah-u Teâlâ’nın hükmüne muhalif hüküm koyan bu yöneticiye her kim bu konuda itaat eder, onu tekfir etmez veya onu tekfir etmeyenleri tekfir etmezse aynen onun gibi kâfir olur. Çünkü o kimse Allah-u Teâlâ'nın, bir kimsenin İslam’a girmesi için yerine getirilmesini farz kıldığı bir şartı ki bu tağutu inkârdır yerine getirmemiştir.

Tağutun manasını açıklayan bir başka örnek ise şöyledir:

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

"Ve mümin kadınlara söyle: Gözlerini, harama bakmaktan sakındırsınlar. Avret mahallerini (helal olanlar hariç herkesten) korusunlar. Zahiri (gösterilmesi zaruri) olan zînetleri hariç, (gizli) ziynetlerini (helal kişiler dışında hiç kimseye) göstermesinler. Başörtülerini omuzlarının ve göğüslerinin üzerine indirsinler." (Nur: 31)

Allah-u Teâlâ bu ayette kadınlara çok açık ve net bir şekilde şöyle emrediyor:

(يَضْرِبْنَ) "Yadribne" yani; indirsinler (alsınlar, çeksinler).

(بِخُمُرِهِنَّ) "Bi humurihinne" yani; başörtülerini.

Zira "humur" kelimesi "hımar" kelimesinin çoğuludur. Hımar ise; başörtü demektir.

(عَلَى جُيُوبِهِنَّ) "Ala cuyubihinne" yani; saçlarını, boyunlarını ve gerdanlıklarını (boyundan göğse kadar olan kısmı) örtsünler.

Bir yönetici gelir, kadınlar için baş açık ve avret mahalleri ortaya çıkacak şekilde sokaklarda dolaşmalarına izin veren bir kanun koyar, sonra da:

"Her kim örtünmek isterse örtünsün, her kim de istemiyorsa örtünmesin. Zira bu kişisel bir hürriyettir" derse, işte bu yönetici bu sözü ve ameliyle, göklerin ve yerin hakimi olan Allah-u Teâlâ'nın kanun ve ölçüsünden başka bir kanun ve ölçü koymuştur. Böylece bu ameliyle o, her ne kadar Allah-u Teâlâ'nın bu ayetteki emrini açık bir şekilde inkâr etmese de ona zıt bir kanun koyma fiiliyle onu inkâr etmiştir. Ve o kimse, Allah-u Teâlâ'nın hükmünde takipçi olması gibi bu fiiliyle böyle yapmayı kendisine meşru kılmıştır.

İşte bu hakim haddini aşmış ve Allah-u Teâlâ'nın haram kıldığını helal kılması sebebiyle tağut olmuştur. Bu kimse ister namaz kılsın, ister oruç tutsun, ister haccetsin, isterse de Müslüman olduğunu iddia etsin durum değişmez. Çünkü o, sadece göklerin ve yerin yaratıcısı bir tek olan Allah-u Teâlâ'nın bir hakkını ki o; sadece Allah-u Teâlâ'nın insan için kanun koyması hakkıdırkendisine vermiştir.

Böyle bir yöneticiye her kim itaat eder veya ona yardım eder, onu tekfir etmez veya onu tekfir etmeyenleri tekfir etmezse, İslam’ın şartını gerçekleştirmemiş ve kâfir olmuştur. Çünkü o, daha önce geçtiği ve ispat ettiğimiz gibi Allah-u Teâlâ'nın İslam’a giriş için temel şart kıldığı tağutu inkâr şartını yerine getirmemiştir.

Bir başka örnek ise şöyledir:

Allah-u Teâlâ "gaybı bilme" hakkında şöyle buyuruyor:

 “Gaybın anahtarları O’nun katındadır. O’ndan başka hiç kimse onu bilemez. O, karada ve denizde olanları bilir…”  (En'am: 59)

Bir başka ayette Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Görülmeyeni bilen Allah, görülmeyene kimseyi muttali kılmaz. Ancak elçileri (rasulleri) içinde razı olduğu, seçtiği kimseler müstesna. Çünkü O, bunun önüne ve arkasına izleyiciler (gözetleyiciler) dizer." (Cin: 26-27)

Allah-u Teâlâ bu ayetlerde bize, gayb ve onu bilmenin sadece bir olan Allah-u Teâlâ'nın elinde olduğunu, Allah-u Teâlâ'nın kendisine haber verdiği hariç hiç kimsenin gaybı bilemeyeceğini haber veriyor.

Allah-u Teâlâ ancak rasûllerden seçmiş olduğu kimselere vahiy yoluyla gayb hakkında haberler verir. Fakat gayb hakkında vermiş olduğu bu haberler kısmi haberler olup, bütün konularda değildir. Daha açıkçası bu haberler bazı olaylar hakkında olup gaybın tamamı hakkında değildir. Öyle ki rasûller ve nebiler bile, ancak Allah-u Teâlâ'nın, şeytanların etkisinden koruduğu vahiy yoluyla kendilerine gaybten haber verdiği kadarıyla gaybı bilirler.

Bu rabbani gerçeği açıkladıktan sonra şöyle diyoruz:

Zamanımızda her kim, gaybı bir takım gerçekleri bildiği iddiasında bulunursa, kalplerden geçeni veya gelecekte ne olacağını bildiğini öne sürmesi gibi, işte bu kimse kendisine gökten vahiy indiğini iddia etmiş, böylece kendisinin bir rasûl veya nebi olduğunu ileri sürmüştür.

Bununla birlikte; Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem  'in nebilerin sonuncusu olduğunu, ondan sonra nebi olmayacağını da inkâr etmiştir.

Böylece bu iddiasıyla; Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem  'in risaletini de inkâr etmiştir. Veya bu kimse Allah-u Teâlâ'dan bir vahiy olmaksızın gaybı bildiğini iddia etmiş, böylece bu iddiasıyla göklerin ve yerin yaratıcısı olan ve tek olan Allah-u Teâlâ'nın "Allamu’l Guyub" (Gaybleri Bilici) sıfatına kendisinin sahip olduğunu iddia etmiştir. Bu kimse bu iddiasıyla her ne kadar açık bir şekilde söylemese bile kendisini ilah ilan etmiştir.

Her kim gaybı bildiği iddiasında bulunursa işte o kimse haddini aşmış ve tağut olmuştur.

Bu kimse Müslüman olduğunu iddia etse, namaz kılsa, zekât verse, haccetse ve İslam’ın şartlarının hepsini yerine getirse bile gaybı bildiği iddiasında bulunmakla Muhammed Aleyhisselatu Vesselam’ın getirdiğini inkâr etmiştir.

Her kim de onu doğrular veya ona itaat eder veya onu tekfir etmez veya onu tekfir etmeyenleri tekfir etmezse o da kâfir olmuş ve İslam halkasını boynundan çıkarmıştır. Velev ki oruç tutsun, namaz kılsın ve Müslüman olduğunu iddia etsin durum aynıdır...

Çünkü o, tağutu inkâr şartını yerine getirmemiştir. Her kim bu şartı Allah-u Teâlâ'nın emrettiği gibi yerine getirmezse İslam’a girmesi ve sapasağlam kulpa tutunması söz konusu olamaz. Bu şartı söz olarak yerine getirmek ise hiç bir fayda sağlamaz. Onu inanç olarak, söz olarak ve amel olarak da gerçekleştirmek gerekir.

İşte bunlar tağut kelimesinin manasını açıklamak için açık bir şekilde ortaya koyduğumuz bazı örneklerdir.

Öyle ki bu konuda bilgisi olmayan herkes bu kelimenin manasını rahatlıkla anlayabilir. Böylece her insan için tağutu inkârın ve Allah-u Teâlâ'nın kendisinden razı olduğu dini İslam’ın neresinde olduğu açık ve net bir şekilde belli olsun.



Şeyh Pr. Dr. Ziyaeddin-El-Kudsi'nin Türkçeye tercüme edilen "işte müslüman" kitabından alıntıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder